Uludağ'a dünkü yolculuğum da bilimum karikatür dergileriyle geçti söylemeden edemem (:
Yolda gelirken Uludağ live'a da bakmayı ihmal ettiğimden nasıl bir kar kalınlığı/ buzlanma/ sis/ güneş kombinasyonlarıyla karşılaşacağımı bilmiyordum. Size de cehaletin Uludağ live'ı Uludağ'a geldikten sonra öğrenmiş olmanın ve burada hangi aşamalardan geçtiğimin fotoğraflarla fotoroman'ını aktarıyorum ((:
Öncelikle, havanın yumuşak olacağını, İstanbul'da bile 17'leri gördükten sonra burda da tatlı bir kar yağışı olacağını düşündüm. ( Hadi Uludağ live'ı bilmiyorsun, Bursa'lı tanıdıklarını dinlemedin, Bünyamin'e -Sürmeli- twitterdan, HKA App'ten havayı sormadın, aylardan Şubat olduğunu da mı göz önünde bulundurmazsın? ) Yapıyorum bunları, yılbaşında da Roma'ya yazlık gömlek bluzlarla, ince eteklerle gidip tüm geziyi bir termal taytla geçirmiştim...
Neyse, ilk 1. Bölge'ye ayak basışımdaki manzara:
Hava yumuşak, İdil'le rimellerimizi sürdük, saçlarımızı açtık, kayakları aldık, mutluyuz. (Anne babayı dinlemiyoruz bu arada, bir bere bir eldiveniz. )
Hahaha şimdi hatırladım. Odadan çıkarken annemle termal çorap giymemenin kavgasını yapıp yenilmiştim.
( thank god )
Ama ilk fotoğraflara bakınca hak veriyorum hala kendime... Berem kafamda saçlarımda da minik minik karlar pıtır pıtır kayarım edalarında fotoğraf çekiyorum. Annemin yeni rujunu tırtıklıyorum. ( Doğal ama bakımlı kayan kız modeline oynuyorum hala. )
İdil'de magazin görmüş gibi "ay çekme" edalarında, Urbanears'ını, küçük Nike sırt çantasını takmış takılıyor. "Çantayla kaymak 'in' olduğu için rahat etsin diye mont giymeme kavgası veriyordu o da otelde annemle. ( Şu an gülüyorum! )
Kayıyoruz slalomlar, yamaçlar, dağ tepeler, T-barlar, kulağında Spotify, ritme göre takılıyoruz her yer bembeyaz hava hafif esintili derken...
Rüya gibi bembeyaz, o ağaçların üstü kremalı pasta gibi, tam aile tıkır tıkır dağ ayaklarımızın altında tepeye... Diyemiyorum. Çünkü o telesiyej mi ne aletten ÇOK KORKUYORUM! Tepelerden yükseklerden kaymaya, hıza, yarışa her şeye tamamım ama iki milim tel üzerinde minicik bir bağlantıyla dağdan 10 metre yukarda ilerleyen küçücük bir kutuya 4 kişinin binmesi beni bitiriyor. Hayır bir de bazen yavaşlıyor, duruyor. Birileri geyik olsun diye çığlık kıyamet, ben de gerçekten çığlık atıyorum. Tabi arada kaynıyor. ((:
O yüzden dağın öbür tarafındaki iki kişilikleri tercih ediyorum, yine cennet pistine bağlanıyor hem de Kervansaray Kafenin oradan.
Ancak biz zirveyi zorladıkça hava koşulları da bizi öyle bir zorladı ki, nerede kaldı İstanbul'da 17 derece diyen kız...
Gözümdeki rimel, dudağımdaki ruj, saçım, berem, atkım heeepsi birbirine karıştı önümü göreyim düşmeden aşağı ineyim diye gözümü kısmaktan 3 er tane kazayağım çıktı. O nasıl tipi ne sis nasıl soğuk. Baya karlar yüzümüzü kesti rüzgarla birleşince. Otel odasında bıraktığımız kar gözlükleri, evde kalan kar maskeleri içimizi sızlatsa da soluğu gözlükçü maskeci kar ayakkabıcı bir mağazada aldık...
Şimdi yazının başındaki fotoğrafları hatırlayın. Bir de before'a aftee niteliğindeki şu fotoğraflara...
Hal böyleyken Beceren Kafe'ye gidildi tabi. Benim klasiğim hamburger. Babamınki iki hamburger (: porsiyinlarda kadın erkek bu şekilde fark ediyor Beceren Kafe porsiyon boyutlarında gitmeyen/ bilmeyen/ gitmeyi düşünenlere...
Uludağ buz gibi.
Sisli.
Rüzgarlı.
Güneşsiz.
Karlı.
7 yaşında eli belinde kar sapanı yapan çocuklarla dolu.
Ama kayak kayaktır. (:
İyi eğlenceleeer!
No comments:
Post a Comment